çok değil birkaç saat önce yemek yedim ama gene de
doymuyorum. ve bu sefer keklerle geçiştirdiğim bir öğün de değildi bu. vallahi
billahi oturup ocaklı, baharatlı bir ev yemeği yaptım kendime, size
fotoğraflarla kanıtlayabilmek isterdim ama şu an içinde bulunduğumuz ortam bu
teknolojiye izin vermiyor.
yiyorum yiyorum kilo alıyorum karakterlerinden biri olduğum
için, şu an tekrar yeme isteğimi nasıl da özveriyle bastırmaya çalıştığımı
kolayca anlarsınız. ayrıca düğüne de az kaldığı için bazı şeylere dikkat etmem
gerekiyor ki, o aldığım sade düğün elbisemin içine girebileyim. çünkü inanın,
şermin'in güllü dallı elbiselerinden birine kalmak, bu dünyada cehennemin diğer
adı.
samet'in bağırışları geliyor kulağıma gene. okul çıkışı
mahalle maçına başlanmış. camım açık çünkü bu aralar ankara sıcaklık seviyesini
zorlamaya başladı. perdem dışarı uçuyor. nazife teyze görse çok kızar, on defa
söyledi, perdeler bir ev hanımının kimliğidir, o perde sakız gibi duracak ki
her zaman alnın açık, yüzün ak olsun. yani bunu bir namus meselesi haline
getirmeyi tabii ki de saçma buluyorum ben bildiğiniz gibi. ama n'olursa olsun
nazife teyze bu lafları söylerken önüme bakıp kafa sallamaktan başka bir
eylemim olduğu söylenemez. camın dışında uçuşan perde görüntüsünü hep sevdim,
hep seveceğim.
gol attı sametler. tanıdık bir ses duyuyorum şimdi. samet'in
yüksek oktavdan bağırışı:
- "osman abi! hadi osman abi sen de vur şu topa,
delikanlı nasıl top oynarmış görsün bu bebeler!"
- "ben hiç girmeyeyim samet, üzülürsünüz sonra."
- "gir be abim, üzülsün bunlar. deli ettiler zaten,
devamlı kuralsız oynuyorlar, yapmadıkları faul kalmadı."
- "sen kurallı oynuyor musun gerçekten?"
- "yapma be osman abii... ne zaman işi raconuna uygun
yapmadığımızı gördün, ben her şeyi kuralına göre oynarım."
- "büyük lokma ye, büyük laf etme samet. eğer tek bir
yanlışını yakalarsam o zaman fena yakarım canını."
o anda yukarı bakıyor ve camdan yarı beline kadar sarkmış
olan ben, gerekli çevikliği gösterip içeri kaçamıyorum. kitlenip kalıyorum.
dudağının kenarından bir gülüş fırlatıyor bana. sonra da ağır ağır yürümeye
başlıyor. hala yarı belime kadar sarkığım çünkü n'apacağımı bilemiyorum. biraz
daha böyle durmalıyım ki, sanki çocukları izliyormuşum da, osman gelmeden önce
de oradaymışım, onun gitmesi de önemli değilmiş, zaten izlemeye devam
edecekmişim izlenimini verebileyim.
bu konuda neden bu kadar tutuk olduğumu anlayamıyorum. yani
evet şunu biliyoruz, osman hiçbir zaman benim kocam olmayacak ve bana
sırılsıklam aşık gezmeyecek. yine de bu kadar büyük bir günah işliyormuşum
gibi, içinde bulunduğum durumu dışarıya karşı inkar etmemin yanında, kendime
karşı da inkar ediyor olmam şaşırtıyor beni.dışarı karşı inkar derken,
dışarıdan kastımız şermin olunca, iş daha da garipleşiyor. bu kız benim canım,
dostum. neden böyle bir meseleyi ondan bile saklama gereği duyuyorum? evet
osman beni sevmeyecek. yani n'olmuş?
büyük meseleler değil bunlar. daha önce de sevildik,
reddedildik. hayır gerekirse sesimi çıkarmam, gizli kalır. neyse ne.
aa akşam şermin bana gelecek ve film izleyeceğiz. bakkala
gidip film matinesi abur cubur stoğunu doldurmalıyım. aşk filmi seçtim bugün
için çünkü iki kız bir araya geldi mi daha fazlası paklamıyor. felsefik sanat
filmlerini kendime başıma olduğum zamanlara saklıyorum. işin eğlencesi yılışık
aşk filmleri izlemekle çıkıyor bazen. bugün de o günlerden biri olacak ve gene
başroldeki kadının yerine koyup kendimizi, uçup gideceğiz. benim hikayeme
uyarlayabildiğim pek film yok. belki eski türk filmleri... belki eski kabadayı
hikayeleri...
0 yorum:
Yorum Gönder