senelerini mahallesine veren kadınlardan olmayacaktı. bu
mahalleye ait değildi ve burda doğmamıştı ve burda büyümemişti. sonradan içine
düştüğü, sıcaklığına kapıldığı ama asla ve devamında da kati surette bu
sıcaklığın esiri olmak istemediği bir düşün içindeydi. mahalleler düş gibiydi.
her düşün içinde sihir vardı. ve geç de olsa anlamıştı, mahalleler sihirliydi.
- az koyuyorsun sütü, görmediğimi sanıyorsun ama ölçüsüne
göre koymuyorsun.
- yenge yapma, her gün aynı şeyle suçluyorsun beni, tam
ayarında koyuyorum işte, nah bak.
- hadi neyse fazla lakırdı yapma, içerde yemeğim var. bugün
misafirlerim gelecek. seninle burada çene çalarak ev hanımlığıma laf ettirmem.
- tamam yenge, sütünü vereyim ve gideyim.
camı ne kadar sıkı kapasa da hergün duyuyordu bu muhabbeti.
nurhan hanım'dı konuşan. hep telaşlı. hep acımasız. hem konuşkan ve hiç
durmayan. ev hanımlığında usta, kendi çocuğu için yasta. oğlu küçük yaşta ölmüş
nurhan hanım'ın. o zaman başlamış konuşmaya. susmamış. içine kapanmadı, bak iyi
atlattı, derler arkasından. halbuki atlatamadığından. çünkü susunca delirecek
gibi. çünkü susunca zihni acımasız, zihni konuşkan. dayanamaz nurhan hanım
susarsa. o yüzden susmasın isterim ve her gün, her yeni gün aynı muhabbeti ben
de dinlerim camın arkasından. süt meselesi başladı mı kalbim rahatlar. nurhan
hanım bugün de normal.
mahallenin delikanlısı çok. mahallenin delikanlıları yiğit
ama bence bu yiğitlik filmlerden çalıntı. o eski kabadayı filmlerinin özentisi
hepsi. ama baksan ne onur var, ne cesaret. sadece göz korkutma. başka
mahallerinin çocuklarıyla dalaşma ve yeri geldiğinde dayak atıp, yeri
geldiğinde dayak yiyerek ama asla ezilmemiş görünmeye çalışarak mahalleye
girme.
çoğu zaman dövülürler. ve çoğu zaman bir de evde
babalarından dayak yerler. o yüzden anneleri, babalar eve gelmeden kuzularını
temizlemeye çalışıp, yırtık gömlekleri, pantolonları diker. en çok dövüleni,
onur'dur. adı gibi onurludur. hatta aralarında kabadayılık şanına yakışacak tek
onura sahip olan da odur. güçsüz. sıska. ama dağ gibi onurlu. bu onuru yüzünden
başı belaya girer, hep onuru yüzünden dayak yer. olsun. ben onur'u her
gördüğümde başımı eğer selam veririm çünkü hoşuna gittiğini biliyorum. saygı
görmek, her insanın yumuşak karnı. saygı için insan insanı öldürüyor. belki bir
şey öldürmeden saygıyı görürse, saygılı bir yaşam sürdürmeyi becerebilir. saygı
görmek için saygısızca yaşamaya başlamadan önce, insanın bazı şeyleri fark
etmesi elzem.
camımda kasımpatılar dikili. küçük bir camım var. istediğim
kadar çiçek dikemedim. çiçeklerin tam yanında kuşlar için bir su kabı var.
arada temizliyorum çünkü pisletiyorlar. perdelerimi çok eskilerden, saime teyze
kendi elleriyle yapmıştı. güzel bir dantel deseni var. hafif sarardı. ne
yaptıysam, ilk beyazlığında tutamadım. çünkü o televizyondaki her reklam yalan.
ama sarı da yakıştı cama. belki bembeyaz olsa içimdeki nostaljiyi, içimdeki
eskiye özlemi hiç yakalayamazdım. çiçeklerime bakmak için kafamı çevirdiğimde
gördüğüm sararmışlığın, içimi daha çok ısıttığını fark ettim. o perdeleri
indirip, yerine yenilerini asmayı düşünmüyorum. camın hemen önünde tek kişilik
bir koltuğum var ve yanında küçük kahverengi bir sehpa. sehpanın üzerinde her
zaman iki kitap. biri okundukça değişen, yenilenen. diğeri hep aynı. tomris
uyar, yürekte bukağı.
vaktimin büyük çoğunluğunu bu koltukta geçirmeyi çok
isterdim. ama olmuyor işte. işsiz hayatlarımızda o kadar çok iş ve cevaplarının
bulunması gereken o kadar soru var ki, insan kafasını kaldırıp camdaki
çiçeklerine bakacak zamanı anca lütfedip yaratabiliyor. lütfetmek, o cama
bakabilmenin bir lütuf olduğunu anlamak için önemli aslında. kafanı
çevirebilmen. ve bu kaos ortamındaki, bunaltıcı karanlık ve nem içinde nefes
alabileceğin tek küçük noktayı yaratmak için, önemli. çok değil. birkaç yıllık
ömürlerimizde kederle ve sıkıntıyla geçirdiğimiz onlarca yılı geri getirmeyi
umut etmek için bir tutanak. asla gerçekleşmeyeceği bilinmesine rağmen, insan
zihninin yüzsüzlüğü ve inatçılığı sayesinde umut etmeyi başarabildiğimiz
zamanların anısına bir selam çakmak. bir saygı gösterisi.
-artık yaşlandım sevim. tüm bunları kaldıracak dermanım
kalmadı. paralarla uğraşmak istemiyorum. evraklarla boğuşmak istemiyorum. bırakıp
gitsem, uzaklaşsam. kitabımı yanıma alıp domateslerle konuşsam. sen de olsan
yanımda. birlikte uzaklaşsak paradan.
- iyi hoş söylüyorsun ahmet ama o kadar kolay değil.
taksitler bitmedi daha. biraz daha dayan birtanem. biraz daha sıkarsan dişini,
emekliliğini aldığın gibi gideriz burdan.
keşke böyle demeseydim ahmet'e. keşke "gidelim,
bıktım" dediği anda "tamam, atla şu otobüse" deseydim. ben
demedim. ve o gitti. hem de kitabını alamadan. domatesleriyle konuşamadan. hem
de bensiz. çalışırken gitti. kafasını birgün rahatlıkla yastığa koyamadan bir
sabah gitti. kendini yatakta bıraktı.
birazdan kapı çalacak ve kapıcı bayram gelecek. biliyorum.
çünkü yirmidört yıldır aynı saatte kapıyı çalar. şimdiden kapıya doğru
yürüyorum. kapı çalındığında, yerimden kalkıp, kapıya hızlı adımlarla
ilerlerkenki heyecanı, kapıdakini bekletiyormuşum hissinin sevemedim. şimdiden
yürüyorum ve bir süre kapının önünde bekliyorum. böylece bayram kapıyı çaldığı
gibi içimden altıya kadar sayıp kapı kolunu tutuncaya dek geçen sürede gereksiz
bir heyecan yaşamıyorum.
bir. iki. üç. dört. beş. altı.
- iyi akşamlar bayram efendi.
- iyi akşamlar sevim abla. çöpleri alabilir miyim?
- bugün çöp vermeyeceğim, yalnız bana bir yoğurt alır mısın
bakkaldan? ayşe nasıl oldu, ağrıları devam ediyor mu?
- dün doktora gittik abla. çok iyi şeyler söylemedi.
anlamadığımız bazı şeyler de söyledi ama ben durumun iyi olmadığını anladım.
ümidiniz kaybetmeyin diyor. kaybedecek ümidim kalmadı abla. sadece kafa
salladım. şimdilik en az ağrıyı çekmesi için uğraşıyoruz. leyla abla da bir
ilaç pişirdi, anneannesinden kalmış bir tarif varmış, hergün onu da içiriyoruz.
biraz rahatlasın başka isteğim yok abla. düşünmüyorum sonunu. allah'ın takdiri
hep. boğun eğmek zorundayız. az acı çeksin, şu ağrılarını azaltalım, yeter.
- üzme kendini bayram efendi. sen o ümidini de tekrar ara
bul. ümit kaybetmek kolay değil. sen kaybettim sanırsın, o içinde gizlenir ve
öyle bir anda kalkıp ortaya çıkar ki, yığılırsın yere. hazırlıklı olmazsan
çökersin. ümidinin içinde olduğuna inan. kabullen. o zaman ümit seni çökertmek
yerine ayağa kaldıracak, bak gör.
- bir tane yoğurt değil mi abla?
- evet bayram efendi. iyi akşamlar.
bayram efendi birgün ayşe'yi yatakta bulacak. ayşe kendini
yatakta bırakmış ve gitmiş olacak.
PINAR ALTAY
07.08.2013
PEKİN
0 yorum:
Yorum Gönder