Uzun zamandır yazamadığımın farkındayım çünkü leyleği iki kez (2) havada gördüm. Çok ciddiyim. Seferi gibi sürekli ordan oraya dolandığımız için otoyolların üzerinde leylek görme potansiyelim de arttı. İstanbul-Ankara, Ankara-İstanbul, İstanbul-Kuşadası... Şu sıralar ne yattığım yeri biliyorum ne de kendimi. Üstüne bir de nezle oldum, bademciklerim şişti. Bu sıcakta nefes bile alamıyorum, ki bu iki kat sıcak yapıyor. Bu yazıyı da şu an mahalle arasındaki yazlığımızın yegane klimalı odasında annemin "daha beter hasta olacaksın" bağırışları arasında yazıyorum.
Baştan uyarayım, yaz tatilinde olduğum ve "denizli" yaz tatillerinden nefret ettiğim için yakarış ve bağırışlarımı sık sık duyacaksınız. Bugün yine kavga kıyamet denize gitmemeyi başardım. Misler gibi oturuyorum evde.
Seferi demişken, çok önemli bir işi de aradan çıkardık geçen gün. Tüm odamı Ankara'ya taşıdım. Haftasonu babamla gidip tüm eşyaları yerleştirdik. İmanım da gevredi tabii. Hiç bu kadar yorulduğumu hatırlamıyorum. Bir şey yapmıyorsun gibi görünüyor ama taşınmak şu hayattaki en boktan işmiş arkadaş. Aslında ana-baba mesleği gereği hep taşındık biz ama o zamanlar daha sümüğüyle oynayan bir velet olduğum için işin bana girdisi çıktısı olmuyordu. Şimdi anladım asıl taşınmanın ne demek olduğunu.
Ankara'dan sonra İstanbul'a dönüp, bir daha eşya toplama faslından sonra bu sefer Kuşadası'na geldik. Ve benim hiç bitmeyecekmiş gibi uzun gelen yaz tatilimin en berbat bölümüne de başlamış olduk. Bak şimdi iş baştan yanlış! Zaten deli gibi sıcak olan İstanbul'dan kalkıp, daha da güneye, daha sıcak bir yere geliyorsun. Beynin mantık sınırlarının dışında bir eylem bu! Bana kalsa yaz tatillerinde Karadeniz yaylalarından ayrılmam. Zaten biraz daha büyüyeyim, kesinlikle güneye gelmeye niyetim yok allahın sıcağında...
İyice çenem düştü sıkıntıdan. Bu yazımı da sonlandırayım en iyisi. Hergün kameramı yanımda taşıyorum. Çekebilirsem insanları çekeceğim, koyarım sık sık buraya. Yapacak başka iş yok çünkü.
0 yorum:
Yorum Gönder