Bu yazıyı yazmak için o kadar çok bekledim ki, adalarda yaptığımız şeyleri unuttun bile diyebilirim. Üşengeçliğim böyle sonuçlar doğurabiliyor işte. Hatırladığım kadarıyla sabah erkenden Eminönü'ne gittik. Orada biraz vakit geçirdikten sonra vapura bindik. Vapur olayına diğer yazıda değinmişim.
Vapurdan indikten sonra (bu arada Heybeli Ada'da indik çünkü vapurda yanımızda oturan kadın orayı tavsiye etti, ne gariptir ki orada oturuyormuş (!)) gelenekselleşmiş olan "fayton seyahati"mizi gerçekleştirdik. Bir bakıma işe yaradı çünkü normalde çekemeyeceğim insanları o hızla giderken şak şak çektim, arkamdan pis pis bakmalarına rağmen bir şey yapamadılar.
Sonrasında her zamanli gibi yemek yedik. Yani zaten ailecek bir yerlere gitmemizin yegane sebebi değişik yerlerde yemek yemek. Bizim için "gezi"ler, "yemek" kavramı üstünden döner. Ben yenmesi gereken şeylerin listesini yaparım, ona göre gezi yönlenir. Bu sefer balık yedik tabii doğal olarak. Muhteşem falan değildi. Vasat bir yemekti ama önemli olan birlikte vakit geçirmek.
Sonrasında kedilerle, köpeklerle oynadık. İnsanları izledik. Sıcaktan kaçmaya çalıştık. Böyle bitti gün. Dönüş yolunda İDO bizi içeri almadı, dolayısıyla yine vapurlara yöneldik. Bu sefer Alamancı'larla birlikte oturduk. Süryanilermiş, çocuklarda falan haç vardı. Çocuklar Almanca ve Süryani'ce biliyorlarmış. Türkçe öğretmemişler. Kendileri Türkçe konuşuyor ama çocuklar anlamıyor. Bu da nasıl bir şeydir anlamadım yani. Hayır Almanca zaten öğrenecek. Madem Süryanice'yi de öğrettin yanında neden Türkçe öğretmiyorsun? Neyse sonuçta beni ilgilendirmez milletin ne yaptığı.
Yorgun arkın eve geldikten sonra da bir güzel uyudum ben. Valla hatırladıklarım bu kadar.
Yorgun arkın eve geldikten sonra da bir güzel uyudum ben. Valla hatırladıklarım bu kadar.
0 yorum:
Yorum Gönder