Eğlenceyle sıkıntı birleşir ya bazen, işte öyle bir şey.

Aslında ilk başta esprili bir yazı yazma planıyla çıktım yola ama sonra Uludağ hakkında yazı yazmaktan vazgeçtim. Neden diyecek olursanız, iki nedeni var. 1- Özel okul çocuklarına düşman olan arkadaşlarımın, benim Uludağ'a gidip, orada eğlenme ve sonra da bunun yazısını yazma fikrime saldıracak olmaları, 2- Özel okul çocuğu olan arkadaşlarımın bu yazımı okuduktan sonra kendi dünyalarını nasıl yerden yere vurduğumu gördüklerinde 'acaba bu kız bizi sevmiyor mu' diyecek olmaları. Yani her iki türlü de mahalle baskısı.

Ama yine de benim içim el vermiyor ve kim ne düşünürse düşünsün diyerek bu yazıyı yazıyorum. Çünkü şu 5 gün kafamı toparlamamı ve belki de büyük oranda olgunlaşmamı sağladı. 

İnsanın ait olmadığı ortamda yaşamak zorunda kalması nasıl kasvetlidir bilir misiniz?
Uludağ'da -belki duymuşsunuzdur- Winterfest denilen bir olay gerçekleştiriliyor her yıl. Biz de bu sene lise arkadaşlarımla toplaşıp oraya gittik. Benim derdim ne kaymak, ne de konser izlemekti. Tek derdim, arkadaşlarımla birlikte olmaktı, o yüzden de Uludağ'ı sevmememe ve kayak yapamamama rağmen yollara düştüm. Buraya kadar bir sıkıntı yok zaten. Arkadaşlarımla güzel vakit de geçirdim, sabahlara kadar dans da ettim, deli gibi açıkbüfenin dibine de vurdum vs. vs.

Yalnız sorun, benim o ortamda kendimi uzaylı gibi hissetmemdi. Şimdi şöyle kuşbakışı insanlara bakarsak...
Öncelikle herkesin ayağında Abercrombie çeşitli renklerde eşofmanlar düşünün. Üstte de tercihe göre kazaklar... Sabah durum böyle. Akşamları ise zaten herkes bir şeyler kanıtlamaya gelmiş. 30 cm. topuklular, birbirinden güzel, marka elbiseler... Aslında buraya kadar da fazla sorun yok çünkü isteyen istediğini giyer, ben tüketim çılgınlığına hayır diye bağıran insanlardan değilim, paraları var alıyorlar, vücutları var giyiyorlar, kimsenin işi değil karışmak... Ama... harcanan para düşünüldüğünde işte orada mideme bir şeyler oturdu.

Tamam anladık herkes şıkşıkırdım, herkes başkaları için süsleniyor ve ortada bir "bir şeyleri kanıtlama" havası var. Her şeye eyvallah. Fakat, iş artık gerizekalıca para harcama moduna gelince, nedense bende de devreler koptu. 
Her gün konser oluyor bu Winterfest işinde, sanatçılar çıkıyor vs. Son gün Arto vardı. Bilmiyordum yeni öğrendim, Arto her sene geldiğinde ona "şampanya gönderme" yarışı başlıyormuş ve her gelen şampanya şişelerinden sonra gönderinin adı, soyadı ve yolladığı şişe miktarı okunup hep bir ağızdan salon "100 şişe şampanya, 100 şişe şampanya, 100 şişe sampanya, Murat'tan Arto'ya..." diye şarkı söylüyormuş. E doğal olarak bu sene de aynı şey yapıldı. İlk başta yollanan miktarlar bi derece (!) normaldi, işte 1 şişeyle başladı, sonra 20, 50, 100, 250, 500 derken iş 1000 şişeye kadar çıktı. Eğer 100'den fazla şişe yollarsanız, Arto'nun sizle ilgilenme dakikası da o oranda artıyor. İşte hangi okuldan olduğunuzu vs. de soruyor, adınız daha uzun süre sahnede kalıyor. Tüm bunlar olurken bir süre sonra Arto "yuh, çüş" gibi kelimeleri ardı ardına kullanmaya başladı, ben n'oluyor diyerek kulak kabarttım tabii, biri 2000 şişe yollamış, sonrasında 5000 şişe de geldi. Artık daha fazla yorum yapmayayım diyorum çünkü zaten 5000 şişe şampanya ne demek, hepimiz kafamızda az çok kurabiliyoruz. Ve işin asıl kilit noktası, bu bahsettiğimiz kişiler para babaları, şirket sahipleri, ünlü işadamları değiller. Bunlar baba parası yiyen, liseli ya da üniversiteli büyük ihtimal de ilerde babalarının işlerini batıracak olan ben yaşlarda çocuklar.

Tüm bunlar olurken dedim ya içime bir şeyler oturdu. Herkes ayakta koparken ben çöktüm koltuğuma ve bunları düşündüm. Benim bulunduğum üniversitedeki normalliğe baktım, bi de bulunduğumuz yerdeki anormalliğe... Ne hayatlar var, ne paralar var... Biz sayfası 5 kuruş olan fotokopiyi 1.5 kuruşa çektirmeye çalışırken Arto'nun kaşına gözüne binlerce şampanya yollayabilen insanlar var. Eşitlik olsun, onun parası fakirle bölüştürülsün, yaşasın komünizm saçmalıklarını geçelim. Herifin babası gece gündüz çalışmış, parayı yoktan var etmiş ve keyfine göre de harcıyor ama onun çocuğu çıkıp sırf adını duyurmak için, sırf hava atmak için boş yere har vurup harman savuruyorsa bir sorun vardır ortada. Sarhoşken yaptıkları bu hareket umarım evde bir tepkimeye neden olur. Çünkü zaten babaları da bu yaptıkları harekete tepki göstermezse dünya şu an da sular altında kalsın ve hepimiz geberelim.

Zaten gecenin sonunda bir de kavga çıktı, bir masada laf atma olayıyla başlayan kavga tüm otele yayıldı, yaklaşık 1000 kişilik salonun tüm erkekleri birbirine girdi, masalar, sandalyeler kırıldı, bardaklar şişeler havada uçtu, herkesin ayağına camlar battı, kavga salondan çıkıp lobiye sonra da oda katlarına yayıldı, jandarma geldi, korumalar müşterilere daldı... 

Yine tek sorun: Kimse neden kavga ettiğini bilmiyordu.
Biz de iki kişi arasında çıkan kavganın çıkış noktasını ertesi sabah öğrendik zaten.

Bunun dışında yine Uludağ'dan birkaç gözlem...
Asansörde annesine "başka kimse binmesin, istemiyorum, kapıyı hemen kapatalım" diye bağıran 10 yaşındaki şımarık erkek çocuğu...
Bu şımarık erkek çocuğuna gülerek cevap veren ve gerçekten de kapıyı hemen kapatan gerizekalı bir anne müsvettesi...
Dışarısı -10 dereceyken akşam yemeğine deniz şortu ve parmak arası terlikle gelen gençler...
Asansöre binen kadının parfümünü beğenmeyip kıç kadar ortamda "offff iğrenç koktu burası, havalandırmayı açar mısınız?" diye bağıran yine gerizekalı kız müsvetteleri...
Odalarını temizleyen insanlara bir günaydını bile çok gören, bir de üstüne emir yağdıran tipler...

Uludağ böyleydi işte.
İnsanın ait olmadığı ortamda yaşamak zorunda kalması nasıl kasvetlidir bilir misiniz? 

"Gitmeseydin kardeşim" diyeceksiniz. Gitmek zorundaydım çünkü arkadaşlarımı seviyorum. 
Hadi bakalım yazıyı yazdım. Şimdi gelecek tepkileri de ben yazayım, siz yorulmayın.
1- Uludağ'a gitmiş, o kadar para vermiş, eğlenmiş zengin bebesi. Bir de kalkmış kendi gibi olan zengin piçlerini küçümsüyor. Orada onlarla eğlenip eğlenip, ondan sonra buraya gelip fakir edebiyatı yapıyor.
2- Hem bizle oraya geliyor, bizimle vakit geçiriyor, sonra bizim hakkımızda yazı yazıyor. Ankara'ya gittiğinden beri çok değişti. Hem para benim değil mi, istersem harcarım, istersem çöpe atarım, sana ne... Benim param seni niye geriyor?
3-  Pınar aslında orta gelirde bir insan. Hem çok zenginlerin arasında yaşadı, hem de ekmek alacak parası olmayanları tanıdı. İki tarafa da uyum sağlamaya çalıştı. Zenginlerin arasındayken sahte markalarla gezdi, durumu iyi olmayanların arasında da "burjuva" olarak anıldı. Bazı zenginler onu küçümsedi, bazı durumu iyi olmayanlar ondan nefret etti. 
 Bazı insanlar tanıdı ki, Pınar'ı parası veya parasızlığıyla değil de kişiliğiyle benimsediler. Onun sadece arkadaşlığıyla ilgilendiler.  Pınar yaşadığı ortama ayak uydurmaya çalışırken, onun işini kolaylaştırdılar ve bazen Pınar uyum sağlama işini yüzüne gözüne bulaştırsa bile bir şey yokmuş gibi davranıp, onunla arkadaşlığa devam ettiler.

Uludağ böyleydi işte.

2 yorum:

  1. Hö 5000 şişe mi yuh lan :D O parayla ne hayatlar kurtarılır be. Artonun gözünü kaşını s..m ben .. neyse. Ulan gençlik ne hale geldi be 5 sene sonra bunlar ne halde olur çok merak ediyorum.

    YanıtlaSil
  2. İnsanın ait olmadığı ortamda yaşamak zorunda kalması nasıl kasvetlidir bilir misiniz?

    Asıl soru bu sanırım, bunun ne olduğunu bilmeyen birinin yukarıda yazdığınız olası 3 yorumdan herhangi birini yazması normal. Haricinde böylesi bir normalliğin tanımını lügatimde bulamadım. Anlatmak istediklerini yalın bir dille ifade etmişsin, tebrik ederim...

    Para; geçim derdinde olan "gerçekten fakir" insanlar için amaçtır. Bırakın zengin insanları ortadirek ağzıyla bile "para benim için amaç, değil araçtır" diyemezler. Çünkü bu söz bile onlar için lükstür. Fakir ama gururlu insanlar da var mevzusuna hiç girmicem, gerekte yok... İhtiyaçların fazlalığı, dar gelirli olmanın getirmiş olduğu yokluk, parayı hiçbir zaman araç noktasına getirememiştir... Ciddi bir fark var, adaletin dibe vurduğu, esamesinin kalmadığı yerlerde az bile yapıyorlar... Neden 10.000 şişe şampanya yollanmamış arto topuna merak ediyorum... Paraları mı yetmemiş? Fakirler...

    Para... Baktığın zaman basit bir kağıt parçası. Ama mevzusu çok aga. Darphanelerde basılır. İmzası atılır. Banknot yapılır. Deste, deste akaaar gider. Milyonlarca temiz, milyonlarca pis el değer paraya. Anlatılmaz bir sevgisi, anlatılmaz bir acısı vardır. Para için dilenecek en güzel dilek, pis tarafını tutmamaktır... Bir de tutarsan... Nesil böyle olur aga...

    Kıssadan hisse...

    YanıtlaSil

 

Instagram

Twitter Updates

Meet The Author

çince ve benim adım yanyana geçmeli bunu bilin. dil ve tarih coğrafya fakültesi'nden mezunum, yani gayet siyasi bir kişiliğim de var, bunu da bilin. küçüklüğümden beri şehir şehir gezerim, bilin. birçok alana el atmış durumdayım, her şeyden biraz tadarım, ney de üflerim, piyano da çalarım, bunları da bilin. ha bak bilgiye inanırım. bilmeye inanırım. hayatın çekilirliğini bilmede ararım. hep beraber bilelim. bilgi karın doyurmasa da kalbi doyurur diyelim. www.pinaraltay.com